BEKİR AYAZ “HEDEFTEKİ TÜRKİYE”

BEKİR AYAZ “HEDEFTEKİ TÜRKİYE”

Araştırmacı yazar Bekir AYAZ yakın zamanda piyasaya sürülecek olan “Hedefteki Türkiye” isimli yeni kitap çalışması ile ilgili bazı bölümlerini okuyucuları ile paylaştı.

Ayaz yapmış olduğu açıklamada: Misak-i Milli sınırları içerisinde yaşamaktan gurur, Türk olmaktan onur duyduğunu belirtti. Damarlarımızda dolaşan asil kanı taşıdığımız müddetçe devletin bekası, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü için canımız pahasına olsa da çalışacağız dedi ve kitabının bölümlerini paylaştı.

“HEDEFTEKİ TÜRKİYE”
Zengin yer altı kaynakları, kültürel varlıkları ve Semavi dinlerin merkezi olma özelliği ile Orta Doğu, ticarî ve kültürel bir kesişim noktası olmasının yanında Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan merkezi bir konuma sahiptir. Orta Doğu terimi ilk olarak 1902 yılında “Deniz Hâkimiyet Teorisi” ile ünlü Alfred Thayer Mahan tarafından “The Persian Gulf and International Relations” isimli eserinde kullanılmıştır1. Aslında Orta Doğunun stratejik öneminin anlaşılması ve üzerinde teoriler üretilmesi sadece bu tarihte başlamamıştır. Bölge tarihin her döneminde stratejik ve politik bir öneme sahip olmuş ancak hiçbir döneminde Türklerin sağladığı barış ve huzur ortamına kavuşamamıştır.

Açıklama yok.

21. yüzyılın başlarından itibaren artan stratejik ve ekonomik önemi, özellikle 2003 yılında başlatılan Büyük Orta Doğu projesi ile zirveye ulaşmıştır. Büyük Orta Doğu projesi ABD’nin de içerisinde bulunduğu batı dünyası ve bölgesel bir klik olan İsrail açısından önemli bir yere sahiptir. Dönemin ABD başkanı George W. Bush Yönetimi’nin tarafından tüm dünyaya “Ortadoğu’ya özgürlük getirme projesi” (!) olarak sunmaya çalıştığı çok kapsamlı bir planın ürünüdür2. Görünürde bu süreç 2003 yılında başlamış olsa da aslında yüzyıllardır devam eden ve vaad edilmiş toprakları içerisine alan bir ideolojiyi yansıtmaktadır3.

Dünyanın her yerine demokrasi ve özgürlük vadeden (!) Amerika ve yandaşı İsrail’in hedefinde ise, “Büyük İsrail”i kurmak, yarım kalan haçlı yağmasına devam etmek, Batılı sermayenin karlılığını arttırmak ve bölgenin her türlü kontrolünü ele almak vardır. Henry Kissinger’ın 1970’lerde ifade ettiği (ya da aslında itiraf ettiği) “Eğer petrolü kontrol ederseniz bütün ulusları veya uluslararası grupları kontrol edersiniz 4″ sözü küresel güçlerin gerçek niyeti hakkında bize yeterli açıklamayı sağlamaktadır.

Devam eden süreçte ABD ve İsrail gibi ülkelerde değişen yönetimlere rağmen gerçekleştirilmek istenen bu projenin yoğun bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Buna bir örnek ise 2017 yılı içerisinde bölgede meydana gelen olaylar dizisi gösterilebilir. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında emellerine ulaşmak isteyen ve tek engeli Türkiye olarak nitelendiren küresel güçler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere; içerde ve dışarda işbirlikçi hainler ve PKK terör örgütünü ile değişik isim ve gruplar altında vekalet savaşı yürütmektedirler. Bu projenin bir ürünü olan söz konusu terör örgütlerinin küresel güçler tarafından desteklenmesi, Türkiye açısından artan oranda bir güvenlik sorunu haline gelmektedir.

Bu kapsamda 2017 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye mühimmat verilmemesi konusunda bir telefon konuşması gerçekleşmiştir. Bu görüşmede ABD Başkanı Trump, YPG’ye silah verilmeyeceğini, “DEAŞ, PKK, FETÖ ve benzeri örgütler de dahil olmak üzere, tüm terör örgütlerine karşı birlikte mücadele etme konusunda mutabık kalındığını” ifade etmiştir. Ayrıca bu sözler yetkililer tarafından da teyit edilen bir husus olmuş ve konu basına da yansımıştır.

ABD’nin YPG veya SDG’yi (adına ne derseniz deyin) desteklemeyeceğine söz vermesine rağmen bunun tam olarak da Türkiye’nin istediği şartlarda olabileceğini düşünmek imkansızdır. Siyonist üst aklın ajandası Orta Doğu politikasını takip ederken, yol arkadaşlarının kendilerini yarı yolda bırakmayacağı açıktır. Peki neden? Bu sorunun cevabı için bazı ayrıntıları ile izah etmek gerekecektir. Bu konuya değinmeden önce “Siyonizm” nedir bunu biraz açıklamak isterim. Siyonizm’in genel tanımı, Yahudi halkının bir vatan olarak tanımladıkları İsrail topraklarında (bu Yahudilerce Eretz İsrail olarak isimlendirilmektedir) Yahudi egemenliğinin yeniden başlatılması adına geliştirilen ulusal bir hareket anlamına gelmektedir6. Ancak Yahudiler millet olmadığı gibi Siyonizm’de tek bir bölgeyi İsrail toprağı olarak tanımlamamaktadır. Bilindiği üzere Yahudilik Musevi dinine inanan kişilere verilen isimdir. Kendi öğretilerindeki bazı görüşlere göre Yahudilik, Hz. Yakup (as.) dan bu yana devam eden bir ırk olduğu iddia edilse de asılında Musevi inancına sahip insanların oluşturduğu dini bir grup olarak tanımlanmaktadır. Yahudiler yüzyıllarca ortak dini gelenekleri paylaşmaktan öteye gidememiş sonunda Siyonizm kimliği içerisinde bir millet oluşturma çabasına girmiş bir gruptur.

Siyonizm Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketi olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu vatan algısı genellikle Filistin olarak bilinse de aslında daha geniş bir coğrafyayı kapsayan bir tanımlamaya sahiptir. Bunu anlamak için Leon Pinsker tarafından 1884 da Rusya’da düzenlenen ilk Siyonist konferansa ve akabinde devam eden Siyonist kongrelere odaklanmak gerekir7. 1897 yılında Basel’de Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongreye tüm dünyadan yaklaşık 200 delege katılmıştır8. Bu kongre Siyonizm’in farklı fraksiyonlarından insanları bir araya getirmiştir. Örneğin kongreye katılanlardan biri olan Israel Zangwill’in kurduğu “Yahudi Ülke Örgütü” “Territorialism (bölgecilik)” fikrini benimsemiş ve bu konuda mücadele etmiştir. Territorialism akımı nüfusun baskın çoğunluğu Yahudi olacak yeterince büyük topraklarda Yahudilerin özerk bir yerleşim kurmasını hedefleyen ve Herzl’in Siyonizm’inin aksine, Filistin’i tek toprak olarak değil sadece hedeflerden biri olarak niteleyen ve daha geniş alanlarda birçok yerleşim amacını güden Siyonist bir oluşumdur9. Görüldüğü gibi Siyonizm yani Yahudi milliyetçiliği, içerisinde “Masonik” yapıların da bulunduğu birçok kol, anlayış ve amacı barındırmaktadır.

Bu açıklamadan sonra ABD gibi bir ülkede güçlü lobi faaliyetleri olan ve birçok açıdan üst yönetimi istediği gibi yönlendirebilen İsrail’in vaad edilmiş topraklar olarak tanımladığı ve bu amacı gerçekleştirmek için planladığı “Büyük Orta Doğu Projesi”nin kendisi için ne kadar hayati öneme sahip olduğu anlaşılacaktır. Olaylar bu temelde analiz edildiğinde ve üst akıl olarak faaliyet içerisinde olan bu güçlerin özellikle bölgesel çatışmaların körüklenmesi, terör örgütlerine yardım ve her türlü terör eylemlerini desteklemeleri belli bir ideoloji çerçevesinde meydana geldiği görülecektir.

Yapılan istihbarı çalışmalarda ise bu açıkça görülmektedir. Özellikle ABD’nin bundan sonra PKK terör örgütü ve Suriye uzantısı YPG ye yapacağı her türlü yardımı yazılı ve görsel medyaya yansıtmadan ve karayolunu kullanmadan Rümeylan ilçesine bağlı Kobani (Ayn el -Arap) güneyinde bulunan Harap İşk köyünde, kargo uçaklarının indiği büyük hava üssünden yapacağı Türk yetkililer tarafından belirlenmiştir. Temel amaçları terörü desteklemek ve Türkiye’yi her türlü alanda çevrelemek olan bu güçler sadece bununla yetinmemektedir. Ayrıca mobilizasyon kapasitesi yüksek top bataryaları ile çok namlulu roketatarları Haseki’nin Türkiye sınırı Resulayn ilçesinin güneyinde konuşlandırmakta ve Tel emir beldesinin kuzeyindeki eski çiftlik alanında olası bir Türkiye hamlesi için karma özel kuvvetler oluşturmaktadırlar. YPG tarafından bilinen ve özel olarak korunan ayrıca kamufle etmek amaçlı üzeri toprak ile kaplı sahra tipi irili ufaklı 6-8 arası hava üssü bulunmaktadır. Bunun yanında Azez’in kuzeyinde yer alan Parsa dağında PYD-YPG eğitim kampında temel savaş ve beden eğitimi konularında eğitim verip, Kandilden sevk edilen 2 bine yakın militan ile Pars dağında savunma hattı, irtibat tünelleri ve hendekler hazırlamaktadır10. Tek hedefin “Büyük Orta Doğu Projesi’nde tek güçlü engel olan Türkiye’nin yıpratılması ve zayıflatılmasıdır. Amaç projenin gerçekleşmesi, İsrail’in vaat edilen toprakları ele geçirmesidir.

2017 yılının sonunda ABD başkanı Trump, İsrail’in yasadışı yerleşimlerine destek vererek, işgal altındaki Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin yasa dışı olmasına ilişkin 2334 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararına aykırı olarak onaylamıştır. Üstelik ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak ve işgal edilmiş topraklarda ve ötesinde İsrail yerleşimlerinin genişletilmesine izin vereceğinin habercisi bir tutum içerisine girmiştir. Tabi ki bu çok da beklenmeyen bir durum değildir. ABD başkanı sadece 1982’de Oded Yinon planı olarak hazırlanan “Büyük İsrail” projesinin açıktan bir onayını sağlamıştır.
Orta Doğu’ya yönelik bu proje sadece Siyonist ideolojinin değil aynı zamanda uygulamada ABD’nin dış politikasının da ayrılmaz bir parçasıdır. Yani Washington’un Ortadoğu’yu parçalamak ve Balkanlaştırmak amacı vardır. Trump’ın zamanında Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı alması , bölgedeki siyasi istikrarsızlığı tetiklemeye yönelik bir hamledir. Siyonizm’in ilk kurucularından olan Theodore Herzl’in “Mısır Nehrinden Fırat’a kadar” Yahudi Devleti alanı olarak tanımladığı Vaat Edilen Topraklar, Nil Nehrinden Fırat’a kadar uzanarak Suriye ve Lübnan’ın bir bölümünü de içerisine almaktadır. Yinon planı CIA destekli ve İsrail’in bölgesel üstünlüğünü sağlamak için oluşturulan stratejik bir plandır. İsrail, çevreleyen Arap devletlerini daha küçük ve zayıf devletlere dönüştürmek yoluyla, jeopolitik ortamını yeniden yapılandırması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır11.

İsrail stratejileri Irak’ı bölgedeki parçalanması gereken en büyük stratejik ülke olarak görmüşlerdir. Bu nedenle Irak, Orta Doğu ve Arap Dünyası’nın Balkanlaştırılmasının merkezinde yer almıştır12. Irak’ta, İsrail stratejileri Yinon Planı’nı konsepti temelinde Irak’ı biri Kürt diğeri iki Arap bölgesi olmak üzere üç parçaya ayırmak üzerine kuruludur. Bu Arap bölümlerin Şii ve Sünni olarak parçalanması ve bölgede sürekli bir kargaşa oluşturulması Siyonist merkezi siyasetinin önemli bir hedefini oluşturmaktadır.
Yinon Planının taslağını yakından takip eden Atlantik ve ABD askeri Silahlı Kuvvetler Dergisi, 2008’de bazı haritalar yayınlamıştır. Bu haritalarda Biden Planı’nın da vurguladığı bölünmüş Irak dışında, bölünmüş bir Lübnan, Mısır ve Suriye de yer almaktadır. İran, Türkiye, Somali ve Pakistan’ın bölünmesi de tümüyle bu amaçlarla uyumludur. Yinon Planı ayrıca Kuzey Afrika’dan ve Mısır’dan başlayarak Sudan’a, Libya’ya ve bölgenin geri kalanına yayılmasını öngörmektedir.

Bu ideolojik ve stratejik amaçlar çerçevesinde üst aklın uyanık çocuğu İsrail ve vurucu gücü ABD Beynelmilel münasebetler sonucu terör örgütlerine idari yapılandırma yapıp,statü gereği sahiplenmeden oyalama taktiği ile Türkiye’yi hedef göstermektedirler. Görüldüğü üzere hedef bölgede en güçlü konumdaki ve bölgesel barışı sağlayabilecek tek ülke olan Türkiye’dir.

Mali ve ekonomik alanlarında içerisinde bulunduğu birçok konuda uygulanan zayıflatma girişimleri, uluslararası arenada yalan ve mesnetsiz yakıştırmalar oynan oyununu ortaya koymaktadır. Servis edilen Türk fobisi ve düşmanlığı basit yaklaşımların ve temelsiz düşüncelerin ürünü olmasına rağmen ulusal bütünlüğü ve kardeşliği bozma girişimlerini destekler bir amaca hizmet etmektedir.

Unutmayalım ki Hedefteki Türkiye için gün içerde bir olup, dışarıya yumruk olma günüdür.

ABDULLAH YİĞİT-ANKARA